
ÇAKMAKLARA TAŞ, BENZİN YAKALARA KOLA, BALİNA!
Sokak
satıcılarından bazıları arabasız, tablasız esnaftı. Sülük ve yayla sakızı
satıcıları ellerindeki kavanozla dolaşırdı. Bir de, sadece orta boy kese ve
benzin dolu şişeyle dolaşanlar olurdu. Bunlar, çakmak benzini, çakmak taşı yanında yakalara kola ve balina
satışıyla geçimlerinin peşindeydi.
ÇAKMAK İÇİN AKSESUARLAR
En
ucuz çakmak, en çok kullanılanıydı. Krom renkli hafif bir alet; adı da, “Muhtar Çakmağı”. Eskiden, köylerde
sigara yerine tütün ve sigara kâğıdı çok daha fazla kullanılırdı. Tütün doldurulduktan
sonra sarılan kâğıdın ucu dil ucuyla ıslatılarak yapıştırılırdı. Bu şekilde
üretilen sigara kav veya kibritle yakılırdı. Ancak varlıklı köylünün, ki genelde bunlar muhtarlık da yapardı, o ucuz
çakmağı olurdu. Galip olasılıkla o çakmaklara “Muhtar Çakmağı” denmesinin nedeni bu olmalı.
Satıcı
bir kahvehaneye uğradığında mutlaka üç beş çakmağa benzin döker, bazılarının da
aşınıp tükenmiş taşını değiştirirdi. O
yıllarda şimdikiler gibi “Kullan at” çakmaklar yoktu. Taşı aşınan taşı
yeniler, benzini tükenen benzin dökerdi. İşte bu satıcılar böyle gereksinimler
can kurtarıcı sayılırdı. Hemen eklemeliyim, pahalı, gösterişli çakmaklar da
benzin ve taşla çalışırdı.
YAKALARA KOLA AMA COCA VE PEPSİ DEĞİL
Hazır
gömlekler sonraları ve sadece birkaç gösterişli manifaturacılarda satılmaya
başladı. Gerek hazırlar, gerekse terziler tarafından vücuda göre dikilmiş
gömlekler mutlaka yedek yaka ve yedek
manşetlerle teslim edilirdi. Çünkü bu giysilerin yakaları ve manşetleri
gövdeden daha çabuk yıpranırdı. Gömleği kurtarmak için işte bu yedekler
dikilir, ciddi bir tasarruf yapılmış olurdu. Bu, itibardan değil, ekonomiden tasarruftu.
Yaka
ve manşetlerin dayanıksızlığı, telâ denilen destek parçanın bilinmiyor
olmasındandı belki de. Telâ, iki kumaş arasına yapışınca hem sertlik, hem da
dayanıklılık verir. O yıllarda, yakanın ve manşetlerin sertlik kazanması için kola dediğimiz nişasta esaslı madde
kullanılırdı. Küçük kutulara doldurulmuş, minicik silindirlerdi kola. Çapı iki,
boyu da beş-altı milimi geçmeyen küçük silindirler.
Ütü
zamanı, kutudaki koladan gerektiği kadarı içinde su bulanan bir kapta eritilir,
toparlanmış yaka veya manşet bu suya batırılıp sıkıldıktan sonra ütüyü yiyince tahta gibi olurdu. Bu işlemin adı, ‘kolalamak’tı. İtibardan değil de,
ekonomiden tasarruf yapmak zorunda olanlar kolalamaya gerek duymaz, kıvrık-mıvrık giyerdi gömleğini.
Balina, halen kullanılır;
bende yirmi kadar var… Yakaların uç kısmına arkadan açılmış daracık kanala plastikten
yapılmış şeridi geçirince dik tutmaya yarar. İşte o zamanki “ayaküstü” bazı satıcılar benzini,
taşı, kolayı, balinayı satarak nafaka çıkarırken, gereksinim sahiplerine de
hizmet etmiş olurlardı.
O ÜTÜ BU ÜTÜ DEĞİL
Elektrikli ütüyü bilmezdik. Ütü, altı pırıl pırıl ve düm düz olan demir döküm minik mangaldı. Ön tarafına doğru kavis alıp çizgi biçimini alırken arka tarafı genişti. Her defasında, maltızda yakılan kömür doldurularak ısıtılır, içindeki közlerle kullanılırdı. Çok net anımsıyorum; sokağımızda birkaç evin ütüsü vardı. Arada bir gerektiğinde, pek çok aile, ütüsü olan komşunun kapısını çalardı. Demek ki ütü de, itibardan değilse bile ekonomiden tasarruf konusu olabiliyordu. ( Yazar: Nurettin Çelmeoğlu)