
BANADURAYI
ÖZLEDİM
Adana
dilinde domates yerine banadura
sözcüğü çok kullanılırdı. Şimdi sadece domates var. İçtenlikle söylemeliyim; artık
banadura ile domatesi ayırıyorum. Ayırırken de kendimi çok haklı görüyorum.
Anlatayım…
Eskiden,
pamuk ve buğday dışında HATA TOHUMU
yoktu. Sebzelerimizin tamamı ATA TOHUMU
ile yetiştirilirdi. Bunlar yörenin havasına, toprağına, suyuna ve hatta
ekip-dikenine uyum sağlamış tohumlardı. Tadları
tad, kokuları koku olurdu.
BANADURA SUYU
Aile
boyu diyebileceğimiz büyüklükte de olurdu, gülle minikliğinde de. Biraz
cinsine-cibilliyetine, biraz da yetiştirenin maharetine bağlıydı hacimleri. Fakat hangisini derseniz, tadı da, kokusu da milli ve yerliydi.
Kolay
kolay hastalanmazdı o mübarek türler. Bir başladı mıydı, aylarca meyve verir, şimdikiler gibi özel
ilgi, pahalı bilgi istemezdi.
Koparıp
şöööyle iki elinizle yardığınızda, o
eşsiz özgün kokusu anında metrelerce yayılırdı. Bir de suyu olurdu ki, ehhh!.. Bir kilo banadura yemeklik
doğranırken kapta biriken bir bardaktan fazla iksir değerindeki kıvamlı suyu çocuklara şifa niyetine içirilirdi.
Yine o su, yemeklere daha yoğun nefaset kazandırırdı.
YERLİYMİŞ!.. NERESİ
YERLİ BUNUN BAKİM
Pazardaki
satıcılar “Yerli!..” diye
bağırıyorlar ya, anladığım anlamda yerli değil hiç biri. Tamam yerde yetiştiriliyordur da, tohumu yerli değil bir kere. Ben
zaten en başından beri Ata Tohumu ticaretinin yasaklanmasına bir türlü temel
bulamamış biriyim. Üstelik, memlekette yüzlerce ziraat profesörleri var ve bunlar çıkıp, “ Hükûmet, ne yapıyorsu? İthal
edilecek tohum bizim havamıza, suyumuza, toprağımıza, ve geleneksel üretim
tarzımıza uyar mı? Bakalım. Bu karar büyük risk taşıyor. Maliyeti ise ciddi boyutta
arttırıyor. Üstelik ileride Ata tohumuna dönüşümüzü de tehlikeye sokabilir” tandansında
laf etmedi. Belki eden olmuştur da ben duymadım.
SON BANADURA
Gerçek
banadurayı en son bundan en az 15 yıl kadar önce Aladağ’da bulmuştum. Yol
kenarında, ters çevrilmiş sebze sandığı üstünde bir yığın domatesi görünce
durdum. Yaklaşırken, o güzelim kokusu belli ediyordu banadura olduğunu. Çoğu
alaca, üç kilo kadardı. Hepsini aldım. Daha sonra, Almanya’da öğretmenlik yapan
bir facebook arkadaşımın tatilini
geçirdiği Kütahya’nın Yenice’sinde
çektiği fotoğraflarda gördüm. Sordum,
fotoğraftaki domates ata tohumuymuş.
Rica ettim, ertesi yıl tohum gönderdi.
İki yıl üst üste yetiştirdim. Belli ki
bu tohum kendi öz vatanını arıyor. Neticesi olumsuzdu. Topu topu beş-altı
tek ürün alabildim.
Pazarda,
anılarımızdakine benzer domatesler satılıyor. Ama hiçbiri banadura değil.
Blendırdan geçirmezsen suyunu bulamazsın. Kokusu dersen, hak getire. Tadı da
otsuya yakın.
Biz
hıyar yerdik. Şimdi salatalık
satılıyor. O şamgöğü kalemî yeşil,
hıyarlar olsun, Çatalkeli hıyarı olsun, tıpkı sabaha karşı fark ettirmeden
kaybolan yıldızlar gibi yok artık.
Konu nasıl açıldı
bilmiyorum, torunlarıma eski ürünleri
anlatırken “Artık neden yok?” diye sorduklarında ağzımdan şu sözcükler
çıktı: “Eski insanlar da yok, eski yönetimler de; onun için…”