
HOKKA VE DİVİTİMİZ OLMAZSA, OLMAZDI
Öğrenciler
ne zamandan beri hokka ve divit
kullanmıyor, farkında değilim. Tahmin yürütmek gerekirse, 1960’ların başı
diyebilirim. Çünkü o yıllarda tükenmez kalem yaygınlaşmıştı. Ucuzdu,
emniyetliydi ve kullanımı pek kolaydı.
Divit,
bildiğimiz dolmakalemin haznesiziydi. Ucu, elde rahat tutulacak kalınlıkta,
yukarı doğru incelen sap ve alt tarafındaki sıkı yuvaya geçirilen metal yazı
ucundan oluşurdu. Yazı ucu mürekkebe
batırıldığında, birkaç sözcüğü yazabilir, ardından tekrar tekrar mürekkebe
batırılırdı. Kullandığımız ilk divitler tahtadan yapılmıştı. Sonradan,
plastik olanlarıyla tanıştık. Divit icad edilmeden önce, yazıcılar kartal
tüyünü, dip tarafını keskin bıçakla şekillendirip kullanırmış. Güzel yazı
meraklıları ve hattatlar ise, çeşitli kalınlıkta uçlar şekillendirerek kargıdan
yapardı divitini.
Divit
var, mürekkep gerek. Mürekkep şişesini mektebe götür-getir, zor. Devrilirse
ortalık batacak. İyi kapatılmazsa da ya çanta rezil olacak ya da giysi. Giysi
dediysem, biz ilkokulu bitirinceye dek önlük giymek zorundaydık. Ucuz olsun ve
zengin-fakir belli olmasın diye, çözgüsü beyaz, atkısı siyah pamuk ipliğiyle
dokunmuş, “Yerli Malı” kumaştan
dikilirdi.
Şişeyi
beğenmedik… Eee!.. Ne yapacağız?.. Kolayı var, hokka kullanacağız. Çünkü
hokkadaki mürekkep kolay kolay bela olmaz. Devrilse de, mürekkebi tutar,
akıtmaz. Emniyetli yani. Üstelik kapağı yok, tıpası yok, musluğu-vanası yok.
Bizim kuşak ve büyüklerimiz ile bizden az küçük olanlar bilir; yeni nesile
gelince, gördüklerini, hatta bazılarının duyduklarını bile sanmıyorum. Bu
nedenle, kullandığımız döneme göre tarif etmeye çalışayım…
Hokka,
dört-beş santim çapında, altı - yedi santim kadar yüksekliği olan silindir kap.
Bunun içine, üstü aynı çapta olan huni oturtun. Huninin alt deliği, yazı ucunu
kabul edecek kadar dar olsun. Silindirin tabanı ile huni ucu arasında da bir buçuk
santim kadar aralık kalsın. Silindire
koyacağınız bir santim kadar yükseklikteki mürekkep, hokka devrilse bile, huni
ile silindir arasında kalacağı için dökülmeyecektir. Ortalığı rezil etmek
isterseniz, hızlı hızlı sallamak zorundasınız ki, birkaç damlası dışarı
fırlayabilsin.
“Hokkamız, divitimiz
var”
diyelim. İşe yaramaları için ne gerek? Mürekkep gerek. Mürekkep için iki
seçeneğimiz vardı; hazır mürekkep,
ya da sulandırılıp kullanabileceğimiz toz
mürekkep. Hazırı, bir buçuk-iki Lira gibi yüksek fiyatlı olduğundan kapalı
küçük zarflarda 20 kuruşa satılan toz mürekkep daha çok yeğlenirdi.
Resmi
dairelerde, fabrikalarda, yazıhanelerde hokka-divit kullanılırdı. Nüfus
kayıtlarımız bile bu gereçlerle tutulur, orta boy defter hacmindeki nüfus
cüzdanımızın sayfaları da yine hokkaya batırılmış divitle doldurulurdu. Varlıklılar ve üst düzey yöneticiler
dolmakalem kullansalar da, hokkayı, diviti masalarından eksik etmezlerdi.
Gelelim
biz çocuklara (60 - 65 yıl evvel biz de çocuktuk, inanır mısınız!)… Bizim ne
işimiz vardı hokkayla, divitle, mürekkeple? Cevap vereyim; ilkokul ikinci ve
üçüncü sınıf derslerimizden biri de “Yazı”
idi. Büyük harf ve küçük harf yüksekliklerini belirlemek üzere açık gri çizgileri
olan özel yazı defterimiz olurdu. Bu dersi haftada bir görür, o gün hokka ve
divitimizi götürürdük. Yanımızda, ince,
orta ve tablalı dediğimiz kalın yazan uçlarımız da olurdu. Normal yazı, iri yazı, kalın yazı, italik yazı
gibi başlıklarla görürdük bu dersi. Çalışma konularımız da Atatürk’le başlar,
ata sözleriyle sürerdi.
Güzeldi
be o zamanlar!..
Bilgisayar
kullanmaya tenezzül bile etmezdik biz. Daha icat edilmemişti çünkü.