
POZANTI’NIN
KURTULUŞU MUCİZE
ZAFERLER
DİZİSİNİ GÜÇLENDİRDİ
Pozantı,
Fransızların Adana’ya gelişinden sadece bir hafta sonra, 27 Aralık 1918 günü
işgal edildi. İşgal kuvvetlerini, Binbaşı Menil komutasındaki tabur temsil edecekti. Komutandaha
önceki Fransız baskınlarında görev almış, deneyimli bir askerdi.. Birinci Dünya
Savaşı’nda Suvasson ve Niyon’da büyük başarılara imza atmış, “Verdün
Kahramanı” unvanını almıştı. Bir bacağını yitirmiş, tahta protez
taktırmıştı. Bu nedenle de Pozantılılar “Tahtabacak Menil”,
yahut “Topal Menil” diye isimlendirmişti.
Binbaşı
deneyim ve sınırsız sayılabilecek imkanlardan yararlanarak, çevredeki stratejik
noktalara çok acele birer karakol kurdurtmuş, lojistik ve tıbbi merkez olarak
ta, Belemedik’i seçmişti. Ayrıca, Fransız İşgal Kuvvetlerinin genel
uygulamasına paralel olarak, Doğu’dan görevli olarak getirilen Ermeni
Lejyonerlerden (paralı asker) yararlanabiliyordu…
Bizimkiler
ise, sıktıkları fişeğin boş kovanlarını bile cephe hattından toplamak zorunda
idiler. Çünkü, bu kovanlar tekrar tekrar doldurulup
kullanılıyordu. Zaten tek tip’ten vazgeçtik, iki, tip, üç tip değil;
çeşit çeşit silah vardı elimizde. Bir kısmı da ağızdan dolma idi.
MUCİZE
ZAFERLER
Ulu Önder
Mustafa Kemal Paşa 16 Mart 1920 tarihli telgrafıyla harekât plânının esaslarını
ilettiğinde, öncelikle demiryolunun uygun bir noktada
uçurulmasıyla işgalcilerin
lojistik olanaklarının durdurulmasını istedi. Milislerimiz Yaramış
Köprüsünü uçurarak emri yerine getirdi. Ardından,
Pozantı’nın Güneyinden başlayıp Batısında, Kuzeyinde ve Kuzeydoğusunda
bulunan Fransız karakollarını bir bir eline geçirdi. 8 Nisan günü de tek geçidi
daracık dere kenarı olan Belemedik’i kuşatan çetelerimiz buradaki Fransız
komutana “Teslim ol!..” çağrısında bulundu. Fransızlar, Türklerin
geçitten gelip baskın veremeyeceğini düşünerek olumsuz cevap verdiler. Dedik
ya, mucizeler dönemiydi ve 10 nisan günü Belemedik ele geçirildi. Buradaki
yüklü yiyecek, ilaç ve en önemlisi silâh-mühimmat depoları inanılmaz hazine
gibiydi. Esirler arasında, Binbaşı Mesnil’in eşi hemşire Ertrige de
vardı. Fakat hastanedeki görevine devam etmisteği kabul edildi ve saygı
gösterildi.
SIRA
POZANTI’DA
Belemedik
alınması gereken son kale idi. Şimdi sıra Pozantı Garnizonuna gelmişti. Kuşatma
yapıldı. Adana’daki karargâh uçakla atılan mektupta Mesnil’e, “Yakında
gelip Türkleri perişan ederiz. Ümidini kesme…” diye yazmıştı
Genel Komutanlık ve şöyle devam ediyordu: “Bu kez çok daha büyük bir
ordu, uçaklarla ve eldeki tüm öldürücü savaş araçlarıyla hazırlanarak en kısa
zamanda yanında olacaktır. İlaç, gıda maddesi, sargı bezi, tütün gibi temel
ihtiyaçlarını yine uçaklarla ulaştırmayı sürdüreceğiz Yeni harekat için haber
bekle…”
GELELİM
BİZİMKİLERE
Savaşı
artık oyuna benzetecek kadar kanıksamışlardı. 20 Mart’tan bu yana her harekât
başarıyla sonuçlanmıştı. Özellikle Belemedik Zaferiyle sadece moraller
değil, silah ve cephane olanakları da son derece artış göstermişti. Düşmanı,
kendi silahıyla vurmaya başlamış olmaları mumut ve inançlarına tavan
yaptırıyordu kuşkusuz. Bu arada, düşmanın bu yenilgiye karşı çok daha
ciddi bir hazırlıkla döneceğini de elbette hesaplıyorlardı.
Belemedik’te
esir alınan Hemşire Bayan Mesnil, yani Tabur Komutanı Mesnil’in
eşi, söylediği gibi milliyetine bakmadan hastaneye gelen her hasta ve yaralıya
olağanüstü şefkatle yaklaşıyor, iyileşmeleri için elinden geleni sonuna kadar
yapıyordu. Zaten mükemmel doldurulmuş ecza deposu emrindeydi. Her rütbeden
Türkler saygıda kusur etmiyor, esaretini unutturmaya çalışıyordu.
KAVAKLIHAN
SAVAŞLARI
Adana
tabiriyle söylemejk gerekirse, Fransız Kurmay heyeti üst üste kazanılan mucize
zaferler nedeniyle dellenmişti. Pozantı kuşatması bardağı
taşıran son damlaydı. Derhal güçlü bir ordu ile yola çıktılar. Fakat
Kavaklıhan’da bir avuç kahramanımız tarafından zorlu bir çatışma sonucu geri
çekildiler.
Bu
Türkler çok oluyordu. Bu kez, çok büyük bir ordu ile ikinci kez ve kesin
kararlılıkla yola çıktılar. O kadar top-tank, o kadar asker,
uçaklar, zırhlılar ve makinelilerle gelen düşman çok büyük beklentilerle
çıktıkları ikinci kurtarma seferinde de ve yine Kavaklıhan’da bozguna uğrayıp
şaşkınlık ve endişe içinde döndüler.
Binbaşı
Adana’daki Komutanlıkla her türlü haberleşme olanağından mahrum kalmıştı.
Sadece, uçaklardan atılan mesajlarla, Adana’dan gelen haber ve verilen talimatı
alabiliyor, kendisi ise düşündüklerini anlatamıyor, bilgi iletemiyordu. 24
Mayıs günü, beklediği mesaj uçaktan atıldı. Bu kez mesaj doğrudan doğruya İşgal
Kumandanı Duffieux (Düfyö) imzalı bir talimattı. Özetle, “Elimizden
gelen her şeyi yaptık, başaramadık. Hiçbir yardım ümit etmeyin. Yiyecek ve
mermileriniz sizi bir karar almaya zorlayacak kadar azaldı ise taşınamayacak
her şeyi yok ederek çıkış yapınız. Kendi başınızın çaresine bakmak zorundasınız.
Çamalan-Tarsus yolu Kemalist Türklerin kontrolü altındadır; bu yolu
kullanamazsınız. Batı patikalarını kullanarak Karacailyas üzerinden Mersin’e
doğru hareket etmeniz daha uygun olacak. Bir huruç (yarma) harekatı
ile harekete geçiniz. Aklımız-fikrimiz sizdedir.” diye yazılıydı.
Mesnil artık
yapılacak başka bir şey kalmadığına inanmıştı. 26 Mayıs günü askerlerini
toplayıp. Genel Komutanlık emirnamesinden bahsetti. Talimat üzerine,
taşınamayacak fakat işe yarar her şeyin tahrip edileceğini bildirirken, “Fakat
bir istisna ile; Türk ve Fransız yaralıların tamamı kışlaya taşınacak ve
kışlaya en ufak bir zarar verilmeyecektir” dedi. Döndü, koruduğu kışla
binasına doğru uzun baktı. Ardından, Sinan Paşa’ya hitaben şu mektubu
yazdı:
“Efendim,
Sonuna dek görevimi yaptım ve verilen Emire uyarak Pozantı’dan
ayrılıyorum. Yaralıların bir kısmı yol koşullarına karşı dayanamayacak
durumdadır. Onları burada bırakıyorum. İnsani duygularınıza güvenerek yaralı
askerlerimizi tedavi ettireceğinize ve koruyacağınıza inanıyorum. Ben de aynı
davranışı gösterdim.
İmza,
Pozantı Garnizon Komutanı Binbaşı Mesnil”
Saat 20:00 sularında tabur harekete geçerek yola düştü. Yarma harekâtı sıkıntılı olmamıştı. Ne var ki, Karboğazı’na geldiklerinde 44 kahramanımız tarafından ve büyük kayıplar vererek esir alınmışlardı. Pozantı ise artık özgürlüğün tüm neşesine kavuşmuştu o gün. Yazar: Nurettin Çelmeoğlu

