
SOKAKLARDA “HENDEK” TEKNOLOJİSİ YER ALIRDI
Beynimin bir tarafında hayal meyal anıların dosyalandığı bir bölüm var. Zaman zaman
bu bölüme girme dürtüm uyanır ve zorlayarak da olsa dalarım yarı şeffaf
görüntüler yığınına…
İncelediğim son anı
belgesi, sokaklarımızın iki yanındaki
hendekler…
Her yerde aynı olup
olmadığını söyleyemem ama bizim evin önünden geçen yaklaşık 70-80 santim
genişliğinde ve orta noktası itibariyle 40 santim kadar derinlikte olmalıydı.
Hendekler, yağmur sularının birikmesini
önlemek amacıyla sokakların iki yanında açılmıştı.
Evlere giriş için ufacık köprücükler vardı. Çoğu ahşaptandı.
Bazıları enlice bir kalasla, varlıklı olanlar küpeşteli demir köprü kullanarak
evle sokak arası ulaşıma çözüm bulmuştu.
Yollarımızda beton hayal
bile edilmemişti. Taş kaplama da yoktu. Her sonbahar bitimine doğru demir
kasalı damperli kamyonlarla dökülen çakıl
serilir, böylece yolumuzun geçilebilir olması sağlanırdı. Bu malzeme
geçirimli olduğundan yüzeyde pek birikinti olmaz, sular hendeklere akar, buradan
da güneye doğru taşınırdı.
Silik anılarımı zorlayarak
söyleyebilirim; sokakların tahliyesini sağlayan bu hendekler, şimdiki Bakımyurdu Caddesi’nin solunda 3
metre kadar genişlikte açılmış kanalda sonlanır, bu kanal da Ağba dediğimiz bataklık-ormanlık çevreye
kadar uzanırdı. Bataklığın Güney yanı ormanlıkmış. Ben görmedim. Büyüklerimizden
ve oraları tanımış arkadaşlarımdan duyduğuma göre gür ve gür olduğu kadar sık ağaçlar arasına girmekten
çekinirlermiş. Yılandan değil de, abartmak gibi olmasın, manda iriliğindeki domuzlar korkuturmuş.
Rahmetli Dünürüm Eyüp Ağba çocukluğunun yazlarını Camuzcu Köyünde geçirmiş. Söylediğine
göre, karpuz tarlasına bekçi bulmak meseleymiş. Ne kadar gözü pek olursa olsun,
tuttukları bekçi ertesi gün ya da en çok üç gün sonra “canavar var” diyerek bırakıp gidermiş. Canavar dedikleri de işte
bu domuzlar. Tabii ki bataklığın ciddi bir yararı da var; mandalar, yani camızlar (Camuzlar)… Camuzcu Köyü
de ismini bu hayvanların bolluğundan
almış zaten. Hoş, şimdilerde ilaç için bile bir tek camız bulamazsınız Camuzcu Köyü’nde, o başka.
Dönelim yine
hendeklerimize… O vakitler insanlığın çevre bağlamında güzel günleriyle
geçiyordu. Çünkü plastik henüz icat
edilmemiş, edilmiş olsa da yaygınlaşmamıştı. Sebze, meyve daha çok sepetle,
zembille taşınır, bakkaliye ürünleri de kağıt torbalara doldurulurdu. Bunları
neden yazdığımı gençler anlayamayabilir. Şunun için yazdım, plastik devri öncesinde
dünya çok daha temiz, çevre çok daha sağlıklıydı. Hendeklerimiz de tıkanmazdı
kolay kolay. Arada sırada kürekle, kazmayla
ufak-tefek müdahaleler yeterli olurdu.
Aklım ermeye başladığında
yöremizde sıtma ile mücadele
başlamıştı. Hastalığın tedavisi bir yana, sıtmaya yol açan sineklerin kuluçka alanlarına da mazot sıkılırdı. Bu alanların en
bereketlileri arasında elbette hendekler de sıra tutar, tabandaki havuzcuklarda biriken sular kuluçkaya güç-kuvvet verirdi.
Mücadelenin temel öğesi mazotlu sırt pompalarıydı. Sıtma savaş görevlileri
sokak sokak dolaşır, gerekli yerlere mazot püskürterek larva dediğimiz sinek öncesi kurtçukları yok etmeye çalışırlardı.
Kanalizasyon bizim sokağa 1953’te geldi. Kısa sürede Adana’nın her tarafına yayıldı ve kim bilir
kaç asır hizmet vermiş olan hendekler tarihteki
yerine çekildi, bir de beynimdeki yarı
şeffaf anılar köşesine…

