ÇGC Eski Başkanı Erdoğan Varol’un Kaleminden
24 TEMMUZ VE SANSÜR
Bilgisayarın başına oturduğumda ne yazacağıma bir türlü karar veremedim. Aslında Adana basınında yer edinmiş bir arkadaşımı anlacaktım, ancak bir türlü ne yapacağıma, kimi anlatacağıma karar veremiyordum.
Nedenini gözüm tarihe takılınca anladım.
Makalemin yayınlanacağı günün tarihi 24 Temmuz’du. Bu tarih biz gazeteciler için bir milattı. Çünkü 1908 yılında yayımlanan gazeteler o gün çıkacak haberleri “Sanmsür Heyeti”ne göndermediler.
Ve böylece basınımız boğazını sıkan bir beladan kurtulmuş oldu.
Ve 24 Temmuz o günden bu güne “Basın Bayramı” olarak kutlanmaya başlandı.
Ancak günümüz medyası daha büyük bir çıkmazın içinde.
Çünkü resmen bir sansür ve sansür heyeti yok, onun yerine çok daha karmaşık ve kapsamlı olaylar, kavramlar ve belalar var.
Bir kere birliğimiz yok. Çatışmadan, ayrışmadan medet umanlar “Havuz Medyası”, “Yalaka Basın” vs gibi etiketlerle basını böldü, parçaladı ve birbirlerinin karşısına koydu.
Ayrıca, yazılı basının karşısına radyo gibi sözlü ve Televizyon gibi görüntülü rakipler çıktı.
Ayrıca, İnternet gibi, Sosyal Medya gibi, sanal kanallar oluştu.
Ayrıca, ekonomik koşullar berbat. Vatandaşlarımız karnını mı doyuracak, gazeteye para mı ayıracak?
Kağıt fabrikalarımız kapandı. Bütün girdiler dışarıdan alınıyor. Bu yüzden basınımız tamamen dışa bağlı. Yani basınımız yerli ve milli değil aslında.
Ancak hålå ayaktayız ve direniyoruz. Ve direneceğiz.
Çünkü basın baskı ile susturulamaz…
Çünkü hâlâ kendimizden eminiz.
Çünkü hâlâ fikir hürriyetinden yanayız.
Çünkü hâlâ haber alma hakkını savunuyoruz.
Çünkü hâlâ Atatürk’ün izindeyiz.
*****
Bu arada 24 Temmuz’un artık ‘bayram’ değil, ‘mücadele günü’ olduğu savunuluyor
Basın Konseyi, “Medyanın siyasi ve ekonomik kuşatma altına alınması nedeniyle günü ‘Gazeteciler ve Basın Bayramı’ olarak kutlayamadıklarını açıkladı. Konsey, Basın özgürlüğünün her geçen gün yara alması, sansürün horlatılmasıyla ‘bayram’ olmaktan çıkan 24 Temmuz’lar, artık ‘mücadele günü’ oluyor” dedi, Bu fikir yabana atılamaz.
Biz de en kötü sansürün *Otosansür” olduğunu savunuyoruz. Çünkü günümüzde birçok gazeteci, başının belaya girmemesi için suya sabuna dokunamıyor, fikirlerini yani kendini sansürlüyor.
Bilmem anlatabildim mi?
Bu seferlik de bu kadar.
Kalın Sağlıcakla.
Pozantı Gazetesi’nde beni okumaya devam edin.